Boşanma esasında aile hukukunun alt başlıklarından sadece bir tanesidir. Boşanma kavramı tek bir konu olarak gözükse de aslında birçok konuyu ihtiva etmektedir. Boşanmadan kaynaklı meydana gelen her türlü sonuç ve buna bağlı tarafların hakları ve talepleriyle ilgili(nafaka, velayet, mal paylaşımı gibi) olarak çalışma yapan avukatlar uygulamada boşanma hukunda avukat olarak anılmaktadır. Bizler de konunun daha kolay anlaşılması için bu ifadeyi yazımızda kullanmayı tercih edeceğiz.
Boşanma süreci taraflar için uzun ve yıpratıcı bir süreç olup hızlı ve etkin bir şekilde çözüme kavuşturulması taraflar için hayati önem arz etmektedir. Bu noktada sürecin profesyonel olarak takip edilmesi gerekir ve dolayısıyla boşanma hukuku alanındaki avukatlarından hukuki destek alınması gerekir.
Boşanmaya hazırlık evresinde boşanmaya esas teşkil eden hususların çok iyi analiz edilmesi gerekir. Bu analizin doğru yapılabilmesi için tarafların da boşanma konusu olabilecek olayları boşanma hukukunda avukata net ve objektif olarak aktarması gerekmektedir. Boşanma sebepleri medeni kanunda, Yargıtay karar ve içtihatlarında belirtilmiş olup her husus boşanmaya sebep teşkil etmediği gibi aksi hallerde boşanma davası reddedilir. Türk hukukunda boşanma sebebe ve hakimin kararına dayanmaktadır. İşbu nedenlerle boşanma hukunda avukat, tarafların anlattığı hususları etraflıca değerlendirip ona göre karar verecektir.
Özel ve genel olmak üzere boşanmanın 2 tane üst başlığı vardır. Bu başlıklar altında boşanmanın birden fazla sebebi bulunmaktadır.
Boşanmanın özel sebeplerinden ilki Zina’dır. Zina genel olarak evli bir eşin başka bir kadın veya erkek ile isteyerek cinsel ilişkide bulunmasıdır. Örneğin eşin cebren veya bayıltılarak ırzına geçilmesi halinde zina gerçekleşmez. Zina sebebiyle boşanma davası açabilmek için 3 ayrı şartın mevcut olması gerekir.
Özel sebeplerden bir diğeri ise hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranıştır. Hayata kast ve pek kötü onur kırıcı davranış iki ayrı sebep olduğu için ayrı ayrı incelenmesi gerekir.
Hayata kast kısaca eşlerden birinin diğer tarafın hayatına kast edecek şekilde meydana getirdiği davranışlardır. Örneğin eşini öldürme girişiminde bulunma bu kapsamdadır. Fakat öldürme tehditleri boşanma sebebi olan hayata kast sayılmaz.
Pek kötü ve onur kırıcı davranış ise eşe karşı yapılan davranışların onda bedensel veya ruhsal sağlığına zarar vermesi olarak tanımlanabilir. Mesela eşini dövmek, aç bırakmak ve işkence etmek pek kötü ve onur kırıcı davranış sayılır.
Suç işlemek veya haysiyetsiz hayat sürme ise boşanmanın bir diğer özel boşanma sebebidir. Suç işlemek ve haysiyetsiz hayat sürme iki ayrı sebep olduğu için ayrı olarak incelenmesi gerekir.
Suç işlemek, eşlerden birinin küçük düşürücü bir suç işlemesi halinde bu durumdan dolayı diğer eşin onunla birlikte yaşaması beklenemeyecek halde olması halinde boşanma sebebidir. Bu tanımda küçük düşürücü suç üzerinde durulması gerekir özetle küçük düşürücü suçlar utanç verici suçlardır. Medeni kanunda her ne kadar küçük düşürücü suç diye tarif edilmiş ise de ceza kanununda küçük düşürücü suçlara ilişkin bir sınıflandırma yoktur. Dolayısıyla küçük düşürücü suç tasnifi uygulamadaki örnekler ve yargı kararları üzerinden tahdidi olmamak kaydı ile yapılabilir. Örneğin hırsızlık, dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma küçük düşürücü suçlardan sayılabilir.
Haysiyetsiz hayat sürme, sürekli olarak şeref ve haysiyet kavramlarıyla uyuşmayacak şekilde yaşamak olarak tanımlanabilir. Salt bu yaşam tarzı boşanma için yeterli olmayıp bu durumun diğer eş için çekilmez halde olması gerekir. Örneğin uyuşturucu ticareti yapmak ve kumarbazlık haysiyetsiz hayat sürme olarak nitelendirilebilir.
Boşanmanın bir başka özel sebebi ise terk halidir. Terk, eşlerden birinin evlilik birliğinden doğan sorumlulukları yerine getirmemek maksadıyla ortak konuttan ayrılarak diğer eşi bırakıp gitmesi veya haklı bir sebep olmaksızın dönmemesidir. Terk hali en az 6 ay sürmelidir. Buna ek olarak terk hali devam ederken hakim tarafından yapılan ihtar sonuç vermemişse terk edilen eş boşanma davası açabilir. Örneğin hastalık ve öğrenim haklı nedenlerden sayıldığı için terk sayılmaz.
Akıl hastalığı da boşanmanın özel sebeplerindendir. Akıl hastalığının boşanma sebebi olabilmesi için 3 ayrı şartın mevcut olması gerekir.
Boşanmanın genel sebepleri özel sebepler gibi olmayıp kapsamı daha geniştir ve somut olaya göre hakim tarafından takdir edilecektir.
Evlilik birliğinin temelden sarsılması boşanmanın genel sebeplerinden ilkidir. Evlilik birliğinin temelden sarsılması ancak bu durumun tarafların ortak hayatlarını sürdürmeleri kendilerinden beklenemeyecek olması halinde boşanma sebebidir. Yani ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale gelmesi gerekir.
Evlilik birliğinin temelden sarsılması nedeniyle boşanma davası açılabilmesi için subjektif ve objektif şartların gerçekleşmesi gerekir.
Subjektif şart ortak hayatın çekilmez hale gelmesidir. Ortak hayatın eşlerden biri için çekilmez hale gelmesi yeterlidir.
Objektif şart evlilik birliğinin temelden sarsılmasıdır. Bu sarsılma ciddi ve şiddetli olması halinde evlilik birliğini temelden sarmış sayılır. Örneğin eşlerden birinin diğerine hakarette bulunması, aşırı kıskançlık. Ama her halükarda bu durumun varlığı hakim tarafından takdir edilecek olduğu için boşanma davası açmadan önce nelerin evlilik birliğinin temelden sarsılması sayılacağının boşanma hukukunda avukat tarafından belirlenmesi gerekir. Aksi takdirde boşanma davası reddedilecektir.
Anlaşmalı boşanma boşanmanın genel sebeplerindendir. Anlaşmalı boşanma, evlilik birliği en az 1 yıl süren eşlerin boşanmak için birlikte mahkemeye başvurması veya diğer eşin boşanma davasını kabul etmesi halinde söz konusu olabilir.
Anlaşmalı boşanma kararı verilebilmesi için hakimin tarafları bizzat dinlemesi ve tarafların boşanma iradelerini serbestçe açıkladıklarına kanaat etmesi gerekir.
Bunun yanında boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkında tarafların fikir birliğine varması gerekir. Aksi halde anlaşmalı boşanma değil çekişmeli boşanma söz konusudur.
Taraflar boşanma hukukunda avukat aracılığıyla boşanma protokolü düzenleyebilirler. İlerleyen zamanlarda sorun yaşamamak ve hak kaybına uğramamak için boşanma protokolünün profesyonelce hazırlanması tarafların yararına olacaktır. Aksi takdirde anlaştığını zanneden taraflar bu durumdan doğan sorunları gidermek için çok daha fazla zaman kaybetmekte ve aynı zamanda masraf yapmak zorunda kalabilmektedir.
Ortak hayatın yeniden kurulamaması boşanmanın genel sebeplerinden sonuncusudur. Ortak hayatın yeniden kurulamaması için öncelikle daha önce bir boşanma davası açılmış ve mahkemece reddedilmiş olması gerekir.
Verilen red kararının kesinleşmesinin üzerinden 3 yıl geçmiş olması gerekir. Bu sürenin hesabı kesinleşme tarihinden itibaren yapıldığı için kesinleşme tarihinin tespiti önem arz etmektedir. Mesela boşanmadan feragat hali kesinleşme şartının gerçekleşmesi olarak kabul edilir.
Üç yıllık zaman zarfı içerisinde ortak hayatın yeniden tesis edilememiş olması gerekir. Ve son olarak yukarıdaki şartların hepsinin var olmasının yanında eşlerden birinin dava açmak suretiyle boşanma isteminde bulunması gerekir.
Türk hukukundaki boşanma sebepleri haricinde yurt dışındaki yabancı mahkemeler tarafından verilen boşanma kararlarının Türkiye’de geçerli olabilmesi için tanıma ve tenfiz davası açılması gerekir. Aksi takdirde tarafların evlilik birliği Türkiye’de devam edecek olup buna bağlı olarak mal paylaşımı, velayet ve nafaka hususlarına ilişkin çeşitli ihtilaflar meydana gelebilecektir. Bu tür sorunlarla karşılaşılmaması için yabancı mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren vakit kaybetmeden Türkiye’de tanıma ve tenfiz davası açılmalıdır.
Yukarıda izah edildiği üzere boşanma süreci oldukça karmaşık ve detaylı bir süreç olmasına rağmen bu konuda boşanma hukukunda avukattan nitelikli hukuki destek alınması halinde kısa vadede ve etkin bir şekilde sona erebilmektedir.
Hukuk, toplum halinde yaşayan kişilerin hem birbirleriyle, hem de doğrudan toplumla olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünüdür. Toplum ise aile dediğimiz grupların bir araya gelmesiyle meydana gelir. Aile ise evlilik birliğinden iki kişinin diğer deyimiyle eşlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Söz konusu evlilikten bir süre sonra çocukların dünyaya gelmesiyle aile kavramı genişlemeye başlar ve döngü bu şekilde altsoylara doğru devam eder. Bu sebeple gerek eşlerin kendi aralarındaki, gerek anne ve baba ile çocuklar arasındaki kişisel ve diğer ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarına aile hukuku denilir. Aile hukuku alanında çalışma yapan avukatlar ise aile hukukunda avukat olarak anılır.
Aile hukukuna ilişkin temel düzenlemeler 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 4721 sayılı Medeni Kanundur. Medeni kanun ile Aile hukuku 3 ana başlık altında ele alınmıştır.
Bu bölümde eşlerin evlilik yoluyla bir araya gelmesinden başlayarak buna bağlı olarak boşanma ve tarafların aralarındaki mal paylaşımına kadar olan hükümler düzenlenmiştir.
Bu bölümde ise tarafların birbirleri arasındaki hısımlık bağı ve bunun kanunen ne şekilde meydana gelebildiği ve buna bağlı olarak aile ilişkileri geniş anlamda düzenlenmiştir.
Bu kısım ile düzenlenen hükümler, velayet altında olmayan küçüklerin, gözetilmeye ve yardıma muhtaç durumda olan reşit kimselerin korunmasına ilişkin kurum ve bu kurumların organları, görevleri, sorumlulukları ve ne şekilde sona erdikleri düzenlenmiştir.
Bu düzenlemeler haricinde aile hukukunun bir takım başka ilkeleri de bulunmaktadır. Bunlar özetle;
Aile hukukunda düzenlene ilişkiler niteliği itibariyle süreklilik arz eden ilişkilerdir. Örnek verecek olursak evlilik ilişkisi taraflardan birinin veya ikisinin bu birliği sona erdirme iradesi ortaya koymasına kadar devam eder. Bunun yanında aile hukukunda birlik ilkesi hakimdir. Birlik ilkesinden anlaşılması gereken dar anlamda aile kavramıdır. Yani eşler ve çocuklar arasındaki birliktelik ifade edilir.
Aile hukukuna hakim olan ilkelerden bir diğeri ise zayıfların korunmasının benimsenmiş olmasıdır. Gerek eşlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde gerekse çocukların anne ve babalarıyla olan ilişkilerinde zayıfların korunması ilişkin hükümler aile hukukunda yer almaktadır.
Aile hukuku kapsamına giren ilişkiler sadece kanunda düzenlenmiş olanlarla sınırlıdır. Başka bir deyişle, kanunda düzenlenmemiş bir ilişkiyi eşler kendi aralarında yapacakları bir anlaşma ile düzenleyemezler. Çünkü aile hukuku içerisindeki ilişkiler kamu düzeni ve ahlak ilkelerinden oluşur. Örneğin Medeni Kanun uyarınca anne veya baba çocuklarını evlatlıktan reddedemezler.
Aile hukukuna ilişkin düzenlemeler kamu düzeninden olduğu için devlet sadece kamu yararı için kanunla düzenlenen hususlarda denetleme fonksiyonunu yerine getirir. Örnek olarak evlenmenin geçerli bir şekilde yapılabilmesi için resmi bir memur önünde yapılması gerekir.
Aile hukukuna hakim olan eşler arasındaki eşitlik ilkesi sadece medeni kanunda değil tüm dünyada kabul gören bir anlayıştır. Nitekim buna ilişkin birçok düzenleme bulunduğu gibi Türkiye’nin de kabul etmiş olduğu Birleşmiş Milletler uyarınca düzenlenen İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde bu hususa yer verilmiştir. Bunun haricinde Anayasamızda “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” bu durum açık bir şekilde düzenlenmiştir.
Yukarıda izah edilen nedenlerden dolayı meydana gelen ihtilaflar aile mahkemelerinde görülür. Bu ihtilaflardan dolayı meydan gelen her türlü hukuki yardım için taraflar dilerlerse kendilerine aile hukukunda avukat seçebilirler.
Ceza hukukunda avukat nitelendirmesi her ne kadar günlük hayatta ve halk arasında kullanılmakta olsa da bu ad altında bir avukatlık dalı yoktur. Fakat uygulamada çalışma alanlarına bağlı olarak avukatlık mesleğin icra eden kimselerin özel çalışma alanlarının olduğu ve bu yönde faaliyet gösterdikleri görülmektedir.
Özetle ceza hukukunda avukat diye tabir edilen avukatlar vekili oldukları mağdur, şüpheli, müşteki, sanık veya diğer şahıslara genellikle soruşturma ve kovuşturma sürecinde hukuki yardımda bulunmaktadır.
Ceza hukukunda avukatın hukuki yardımından yararlanabilecek kişiler kimlerdir?
Kısaca failin meydana getirmiş olduğu eylemden zarar gören kimseye mağdur denilmektedir. Somut olaylarda eylem olması şart olmayıp suçun oluşması başka şekillerde de mümkündür. Mağdur suçun maddi unsurlarından olup her suçta bulunur. Bu noktada unutulmaması gereken sadece gerçek kişilerin suçun mağduru olabileceği tüzel kişilerin ise sadece suçtan zarar gören konumunda olduğudur. Kanunlarda yer alan suç tiplerine uygun suçlardan dolayı hukuken korunan bir menfaati olan kimsenin uğramış olduğu bu zarardan dolayı ilgililerden şikayetçi olması halinde artık müşteki olarak anılacaktır. Müştekilik kavramının önemi soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan suçlar açısından önemli olup takibatı ilgilisi tarafından şikayetçi olunmasına bağlıdır. Fakat bazı suçların soruşturulması veya kovuşturulması şikayete bağlı olmayıp takibi savcılık makamı tarafından kamu adına yapılır. Dolayısıyla her mağdur müşteki olmayabilir.
Şüpheli ise soruşturma aşamasında hakkında suç isnadı olan kimsedir. Soruşturma aşaması sona erdikten sonra savcılık makamı tarafından iddianame düzenlenerek kovuşturma aşamasına geçilmesi halinde soruşturma aşamasında şüpheli olarak anılan kimse artık sanık olarak anılacaktır. Fakat bu şahıs 18 yaşından küçükse hukuken çocuk sayıldığı için soruşturma ve kovuşturma aşamasında suça sürüklenen çocuk olarak anılacaktır.
alanlarında ceza hukukunda avukat savunma hakkını temel hak ve özgürlükler doğrultusunda kullanır.
Gayrimenkul hukuku esasında eşya hukuku içerisinde ele alınır. Eşya hukuku içerisinde hem taşınır hem de taşınmazlara ilişkin hükümler mevcuttur. Fakat gayrimenkul hukuku adından da anlaşılacağı üzere taşınmazlarla ilgili olan hukuk dalıdır. Aslında gayrimenkul hukukunda avukat diye bir avukatlık dalı olmamasına rağmen gayrimenkul hukuku ile ilgili çalışma yapan avukatlara gayrimenkul hukukunda avukat, denilmektedir. Gayrimenkul hukukunda avukat da taşınmazlarla ilgili olarak meydana gelen her türlü ihtilaf ve hak talepleriyle ilgilenir.
Gayrimenkul hukukunda aşağıda anlatılan ve uygulamada sıkça karşılaşılan konu başlıkları altında avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmetleri sunulmaktadır.
Tapu iptali ve tescili davaları çeşitli nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Kısaca izah etmek gerekirse hukuka aykırı ve haksız bir şekilde taşınmazın üçüncü kişilere devri halinde tapunun iptali ve hukuken korunmaya değer bir hakkı bulunan kimsenin bu tapunun adına tesciline karar verilmesini istemesidir.
Tapu iptali ve tescili davalarına örnek olarak hissedarlara usulune uygun olarak bildirim yapılmadan hisseli bir yerde pay sahibi olan kimsenin payını mevcut paydaşları dışında bir kimseye satması halinde paydaşların kanunundan doğan önalım hakkını kullanmak suretiyle tapunun iptalini ve kendi adına tescilini istemesi verilebilir. Hakeza uygulamada çokça karşılaşılan muris muvazaası halinde de tapu iptali ve tescili davası açılabilir.
İzale-i şuyu diğer adıyla ortaklığın giderilmesi davaları birden fazla kişinin aynı taşınmaz üzerinde birlikte malik olmaları halinde söz konusu olmaktadır. Bir taşınmaz üzerinde birden fazla kişinin hak sahibi olması halinde tarafların her birine taşınmazın paylaştırılmasını veya satılması suretiyle bedelinin taraflara ödenmesi suretiyle paylaştırılmasını isteme hakkı verir. Taşınmazın paylaştırılmasından sonra taraflar dilerse kendilerine düşen pay oranında serbestçe tasarrufta bulunabilirler.
İzale-i şuyu davalarında hem davacı hem de davalılar taşınmazda pay sahibi olan kimselerdir. Tüm paydaşların davada yer alması gerekir. Taraflardan birinin ölümü halinde ölen kişi adına mirasçılık belgesi ya da diğer adıyla veraset ilamı alınması gerekir. Veraset ilamı çıkarıldıktan sonra yeni mirasçılar ortaklığın giderilmesi davasına dahil edilecektir.
Ortaklığın giderilmesi davaları Sulh Hukuk Mahkemelerinde görülür. Taşınmazın bulunduğu yerdeki Sulh Hukuk Mahkemesinde paydaşlardan herhangi birisi izale-i şuyu davası açabilir.
Kat karşılığı inşaat sözleşmesi, arsa sahibi ile sözleşme konusu taşınmazı inşa etmeyi üstlenen kimse arasında yapılır. Özetle arsa sahibi olan kimsenin malik olduğu yer üzerinde sahip olduğu pay oranında inşa olunacak olan taşınmazdan pay almasıdır. Bu anlaşma genellikle arsa sahibi ve müteahhid ya da yüklenici arasında karşılıklı anlaşma suretiyle yapılır. Müteahhid veya yüklenici bina inşa etmek ve binanın bağımsız bölümlerinin arsa sahibine teslim etmek suretiyle arsa sahibinin payının mülkiyetini devralır. Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde her iki tarafın da ayrı ayrı hak ve yükümlülükleri bulunmaktadır.
Kat karşılığı inşaat sözleşmesinde inşaatı meydana getirmeyi taahhüt eden kimse bu inşaatı sözleşmeye uygun meydan getirmek zorundadır. Aksi halde meydana gelen zararlardan sorumlu olacaktır. Bu noktada sözleşmenin detaylı ve titiz bir şekilde profesyonel olarak hazırlanması her iki taraf açısından zarara uğramamak için önem arz etmektedir. Taraflar arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesine istinaden uyuşmazlık çıkması halinde taraflar sözleşmeden doğan haklarını dava edebilirler. Sözleşmede hüküm olmayan hallerde borçlar kanunda yer alan ilgili hükümler uygulanacaktır.
Kamulaştırma, kamu yararı olması halinde idari işlemler ile yasal prosedürleri tamamlandıktan sonra özel kişilere veya tüzel kişiliklere ait olan taşınmazların idareye tahsis edilmesi için yapılan işlemlerin tamamıdır. Mesela yol veya elektrik santralleri yapımı için devletin ihtiyacı olan taşınmazları mahkemelerce kararlaştırılan kamulaştırma bedelini önceden ödemek suretiyle tapu sahiplerinden alması örnek olarak verilebilir. Kamulaştırma prosedürleri içerisinde çeşitli ihtilaflar meydana gelebilmektedir. Bu ihtilaflardan doğan hususların yargıya taşınması halinde kamulaştırmaya ilişkin davalar gündeme gelmektedir.
Yalnızca kat mülkiyeti olan taşınmazlar üzerinde kat mülkiyetinden kaynaklanan her türlü hukuki uyuşmazlık kat mülkiyetinden kaynaklanan davalara konu olur ve sulh hukuk mahkemesinde görülür. Kat mülkiyetinden kaynaklanan uyuşmazlıklar çok çeşitli olup örnek verecek olursak kat maliklerinin aidat borcunu ödememesi, yönetim planı, olağan ve olağanüstü toplantının yapılması, genel kurul kararlarının iptali, yönetici ve denetçinin seçilmesi, kat mülkiyetinden doğan genel masraflara katılma, bağımsız ve ortak bölümler ve bunlara bağlı olarak meydana gelen ihtilafların hepsi kat mülkiyetinin konusunu oluşturur.
Ecrimisil, malik olunan taşınmazın başka bir paydaş veya bir başka üçüncü kişi tarafından kullanılması veya başka bir suretle yarar elde edilmesi halinde bundan yararlanan kimsenin işbu kullanım nedeniyle taşınmazın maliki/malikleri olan kimseye ödemek zorunda olduğu bedeli ifade eder. Türk hukukunda ecrimisil, haksız zilyetlerin kullanma karşılığı ödeyecekleri bir çeşit kira bedelidir. Örnek olarak birçok malikten biri olan paydaşın tarlanın tümünü kullanmak suretiyle ürün yetiştirmesi ve buradan gelir elde etmesi nedeniyle payları oranında diğer paydaşlara ecrimisil bedeli ödemesi verilebilir.
Müdahalenin men’i, sahip olduğu taşınmazın kendisinden izin veya onay alınmadan başka kimseler (başka bir paydaş olabileceği gibi başka bir üçüncü kişi de olabilir) tarafından kullanılması ve fayda sağlanması halinde bu kişilerin taşınmazı kullanmasının engellenmesidir. Elatmanın önlenmesi davası malike, mülkiyet hakkından doğan yetkilerini kullanmasının geçerli bir sebebe dayanmadan güçleştirildiği durumlarda bu müdahaleye karşı kendisini koruma imkanı sağlar.
Elatmanın kusurlu bir şekilde meydana gelmesi şart değildir. Fakat elatma haksız olmalıdır. Bazı durumlarda elatma geçerli bir hukuki sebebe dayanıyorsa malik buna katlanmak zorundadır. Örnek verecek olursa taşınmazın kiraya verilmesi düşünülebilir. Artık bu halde taşınmazın sahibi olan kimse elatmaya katlanmak zorunda olduğu için müdahelenin men’i davası açamaz.
Taşınmazın sahibi olan kimse müdahalenin men’i davası ile taşınmazına yapılan saldırıyı önlemekte ve ortadan kaldırmaktadır. Buna ek olarak müdahale zarara yol açmış ise elatan kimseden bu zararın tazmini istenebilir.
Uygulamada birbiriyle sıkça karıştırılan müdahelenin men’i ile istihkak davasınını karıştırmamak gerekir. Müdahelenin men’i tapuda malik olarak gözüken kimsenin haksız işgalleri önlemek için izlediği bir yol iken İstihkak davası tapudaki yolsuz kayıt yüzünden tapu kaydının düzeltilmesinin talep edilmesidir.
İstihkak davası mülkiyet hakkına dayandığı için davacı öncelikle mülkiyet hakkını ispat etmek zorundadır. Davacı bunun yanında davanın açıldığı tarihte davalının malın dolaysız zilyedi olduğunu da ispat etmelidir.